”Sevmek, her zaman sevilmek ile mükafatlandırılamaz” şeklinde açığa çıkan bu düşüncenin eşliğinde sevilmemenin bireyde yarattığı mükafat düzeyine değinmek istiyorum. Ele alacağım sevgi, iki birey arasında olan aşk olmakla beraber yazıda ‘seven’ tarafa eğilim gösterme amacı taşımaktayım.
Sevilmemeye Vesile Olan Sevmek
”Kendi benliğinin arayışında, varlığının derin ve tekinsiz yollarında ilerlerken sana eşlik etmesi umuduyla kapılarını onun için araladığın insanın, sana dokunuşlarıyla, sana ait olan parçaları kopardığını ve seni o yolda eksik ve yalnız bir halde bırakmış olduğunu tatmış bulunuyorsun. Umudun, arayış için sana eşlik etmesinden ziyade sana köstek etmesi ile birlikte kırılıyor. Çevreni sarsan boğucu fırtınalar ile etrafın sarılmış vaziyette, olduğun yere çökmüş kalmış iken fırtınaların dağılması ve güneşin tepede belirmesiyle anlıyorsun ki, senden kopartılan parçaların oluşturduğu boşluklara, gitmen gereken yolu sana aydınlatan, gösteren ışıklar hücum ediyor. Nihayetinde de fark ediyorsun ki hayatına giren kimilerinin, senden koparttıkları ile aslında sana en büyük yardımı edebildiğini.”
Şiirsel bir dille aktarmak istediğim bu paragrafta söylemek istediğim şeyi aslında şöyle özetleyebilirim: Sevmek, her zaman sevilmek ile mükafatlandırılamayabilir. Ancak sevilmek ile olmayan bu durum, kuvvetli bir kavrayışla bizim kendi ellerimizle elde edeceğimiz bir mükafata yol açabilir. Söz konusu bu duruma en kuvvetli örnek şüphesiz ki ünlü Alman filozof Nietzsche‘nin, reddedilmekle sonuçlanan ve bu reddedilmenin etkisiyle onun başyapıtı olan en güzide eseri Zerdüşt eserinin oluşumu verilebilir. Direkt olarak tek bir sebeple bu eserin oluşumunu bağdaştıramayız elbette ancak Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının oluşumuna vesile olan bu durum, yazımı yazmam için bir ilham kaynağı olmuştur. Nietzsche, sevilmekle mükafatlandırılamayan insanlardan yalnızca birisi olduğu gibi aynı zamanda mükafatı sevilmemek olan insanlardan da, yalnızca birisi.
Oğlum, Zerdüşt doğmak için sabırsızlanıyor. Belki de Lou, dokuz ay önce beynimin kıvrımlarına Zerdüşt’ün tohumlarını bıraktı. Belki bu da onun alınyazısı, verimli beyinleri büyük kitaplara hamile bırakmak.¹
Nietzsche Ağladığında / Irvin D. Yalom
Kozalarından Çıkan Kelebekler

Sevmek, nice edebi eseri besleyen bir kaynak olarak süregelen bir durum şeklinde varlığını sürdürmekte. Özellikle şairlerin büyük bir kısmının gerçek bir besin kaynağının bu olduğunu, yetkinliklerinin kaynaklarından önde geleninin sevmek olduğu gösterilebilmektedir. Ancak tam karşıtı olan ve can sıkıcı bir durum olan sevilmemek ile karşı karşıya kalındığında, söz konusu edebi yoğunluk ne ölçüde etkileniyor? Şayet bu durumu kendinizde de dahil olacak şekilde gözlemlediyseniz edebi yoğunluğun gerçekten çok üst boyutlara ulaştığını fark etmişsinizdir. Sevilmeyerek, aslında bize en yoğun yetkinliği veren o kişiye atfedilen anlamlardan özgün bir eser açığa çıkarabilmekteyizdir.
Ancak durumun ‘can sıkıcı’ boyutu da var. Her ne kadar güzel şiirler, güzel eserler çıkartmaya olanak sağlasa da, sevilmemek durumu ne çok abartılması ne de çok aşağılanması lüzum gören bir can sıkıcılığına sahip. İnternette popüler olan ve söz konusu açıklamak istediğim durumu gayet güzel, fakat biraz da abartıya kaçabilen bir boyutta betimlediğini düşündüğüm bir alıntı durumu özetler nitelikte:
Hayatın en hüzünlü anı,
mevsimine kapıldığın kişinin
bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını
anladığın andır…²
Bu can sıkıcılık olarak ifade ettiğim durum depresyon, çaresizlik ve mutsuzluğu beraberinde getirebilmekte. Bu beraberinde getirilebilen durumlar ise yattığımız yerde kıvranmamıza, bir inziva halini ancak çileci bir inziva halini anımsatan soyutlamaya sebebiyet vermektedir. Söz konusu bu durum da esasında şöyle bir betimlemeye gayet uygundur:
Tıpkı tırtılların kelebeğe dönüşüm sürecinde ördükleri bir kozayı anımsatan bu inziva hali kendimizle baş başa kalınan en değerli anlardır. Zira mutsuzluk ile birlikte kazanılan ve gerçekçiliğe en yakın bakış açısı olan ‘kötümserlik’ sayesinde, deneyimlediğimiz senaryoyu iyice tartmaya dolayısıyla da bir farkındalıkla sarmaş dolaş olmaktayız. Bir tırtıl olarak ördüğümüz koza içerisinde kaldıkça her türlü sakıncalı düşünceye zihnimizi aralıyoruz ancak düşünceler akın akın akmaya devam etsin, bir müddet sonra bakış açımız ve kavrayışımızın değişmesi ile birlikte ‘can sıkıcı’ olan durum bizi olgunlaştıran bir duruma, bir kelebeğin doğuşuna neden oluyor.
Her türlü aşk ilişkisi, ister trajik ister komik bir mahiyete sahip olsun, gerçekten insan hayatındaki diğer bütün hedeflerden daha önemlidir ve peşinde koşulurken gösterilen esaslı ciddiyeti tamamen hak eder.
Aşka Ve Kadınlara Dair / Arthur Schopenhauer
Her Seferinde Bir Mükafatı Mı Olacak?

Kimi zaman yalnızca sevmekle yetiniriz, kimi zamanlar sevmek sevilmemize vesile olmayabilir. Bunun sebepleri ise birçok etkene bağlı olarak değişeceği için herhangi bir kesinlik belirtebilecek bir söylemde bulunmak hiçbir zaman doğru olmayacaktır. Sevmeye küsmenin veyahut büsbütün kendimizi soyutlamanın, mantıklı görünebilen fakat özünde aldatıcı taraflarını görmezden gelmeli ve sevmeye ne olursa olsun kucak açmalıyız. Sevmeye ve sevgiye duyduğumuz temel gereksinme, temeli sarsılmaz bir gerçek olarak varlığını sürdürüyor. Durum böyle iken de sevmek eylemine girişmenin sonucunda doğuracağı olumsuz sonuçlar üzerinde düşünüp gösterdiğimiz ürkeklikten ziyade, bu olumsuz olasılıklara rağmen girişilmesi gerektiği düşüncesi en sağlıklı düşünce olacaktır. Çünkü sevmek, nice duruma vesile olabilir ve vesile olabildiği bu durumlar olumlu veya olumsuz olsa dahi değerdir.
Fakat her daim mükafat olacak değerlendirmesine gitmemiz de yanlış olacaktır. Bu durumu ”Sevmek, her zaman mükafatlandırılamaz” olarak da değerlendirilebiliriz. Çünkü sevmek eylemi, ister istemez beklenti içerisine de itekleyen bir eylemdir. Tek taraflı biçimde karşı tarafa gösterilen sevgi bir müddet sonra saplantı, takıntı olarak değişime uğrayarak karşı tarafa zarar verebileceği gibi saplantı ve takıntıların oluştuğu seven tarafa da zarar verecektir.³
Tek taraflı olacak bir durumun daimi bir şekilde devam etmesi insana mükafattan ziyade, insanda acıları harlamaktan başka hiçbir durumun oluşumuna sebebiyet vermez ve söz konusu bu acı ise, kişiyi olgulaştıran bir acıdan ziyade hiçbir şey ifade etmeyen acı olacağı için ‘boşa çekilmiş acı‘ olarak nitelendirmemiz hiç de yanlış olmaz. Özetle varmak istediğim konu ise şudur ki, geri çekileceğimiz vakti bilmemiz gerekiyor. Sevgimizin her zaman karşılık bulamayacağının bilincinde olarak girişmeliyiz. Çünkü sevmek, içinde barındırdığı tüm unsurlar ile birlikte bir bütündür. Kabullenişimiz, direkt olarak o bütüne ithafen olmalı, ayıklamadan, sevilmeme riskine rağmen bir kabulleniş olmalıdır.

Aşk sizi çağırırsa eğer, peşini bırakmayın,
Sarp ve çetin olsa da patikaları,
Kanatları sizi sardığında teslim edin oracıkta kendinizi,
Canınızı yaksa da tüylerine saklı kılıçları,
Ve sizinle konuşursa şayet, inanın ona,
Sesi bahçeyi yerle bir eden kuzey rüzgarı gibi rüyalarımızı parçalasa da.
Çünkü tahta çıkardığı gibi çarmıha germesini de bilir aşk.Halil Cibran / Ermiş
Dipnot
- 1- Bilmeyenler için, Nietzsche Ağladığında kitabı yarı kurgu, biyografik bir romandır. Romanda söz konusu geçen diyalog her ne kadar gerçek olmasa da söz konusu durum gerçektir. Örnek vermek amacıyla kitaptan seçtiğim bir diyalogtur.
- 2- İnternette Rus şair Vladimir Mayakovski’ye ait olduğu iddia edilen bu şiirin veyahut yazının, ona ait olduğuna dair tam bir kanıt bulunmamakta. Söz konusu durum için detaylara şu sayfadan ulaşabilirsiniz: https://sarapdumanlari.wordpress.com/2012/11/12/mayakovski/
- 3- Johann Wolfgang von Goethe’nin yazmış olduğu Genç Werther’in Acıları adlı romanı söz konusu bu duruma en iyi örnek olacaktır. Okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Kaynakça
- YALOM, Irvin David, Nietzsche Ağladığında, Ayrıntı Yayınları, Çev: Aysun Babacan
- SCHOPENHAUER, Arthur, Aşka Ve Kadınlara Dair, Say Yayınları, Çev: Ahmet Aydoğan
- CİBRAN, Halil, Ermiş, Karbon Kitaplar Yayınları, Çev: Cemre Naz Öztürk
idollerimden alıntılarla yazılmış gördüğüm en güzel yazılardan eline sağlık